Her fırça darbesiyle biraz daha içime yaklaşıyorum. Bazen bilinçli, çoğu zaman sezgisel bir şekilde... Renklerin akışına bıraktığımda kendimi, soyut tabloların o tarif edilemez dünyasında kayboluyorum. Ve her renk, bende bambaşka bir duyguyu uyandırıyor.
Mavi mesela… Soğuk gibi görünse de, bana hep huzuru getirir. Bir derin nefes gibidir mavi; düşüncelerimi dinginleştirir, kalbimi sakinleştirir. Tabloya maviyi sürdüğüm an, sanki zihnimdeki fırtına diner.
Kırmızı ise bir patlama gibidir. Tutku, öfke, cesaret… Hepsi aynı anda akar tuvale. Kırmızıyı kullandığımda içimdeki bastırılmış duygular serbest kalır. Onu ne zaman tabloya taşısam, bir boşalma yaşarım; bir tür içsel özgürleşme.
Sarı... Ah, sarı güneştir içimde. Umuttur, çocukluktur, oyunlardır. Sarıyı kullandığımda içim hafifler. Gülümseyen bir çocuğun neşesini duyar gibi olurum. Enerji verir bana, özellikle kendimi yorgun hissettiğim zamanlarda.
Yeşil ise iyileştirir. Toprağı, doğayı hatırlatır. Kırık bir yerime merhem sürer gibi… Fırçam yeşile değdiğinde hayata bağlanırım yeniden. Umut tomurcuklanır içimde.
Siyah ve beyaz ise zıtlıkların dansıdır. Bazen bir boşluğu, bazen de anlamı verirler. Siyahı sürerken içimdeki derinliklerle yüzleşirim; beyazla ise bir nefeslik ferahlık yaşarım.
Soyut sanat benim için sadece bir dışavurum değil; aynı zamanda bir iç yolculuk. Tuval, ruhumun aynası… Renkler ise duygularımın dili. Her tablo, iç dünyamın bir anlık fotoğrafı gibi. Bazen çelişkili, bazen huzurlu, kimi zaman coşkulu.
Ve belki de en güzeli şu: Ne zaman hangi renge yöneleceğimi önceden hiç bilemem. Renkler beni seçer. Ben sadece onların rehberliğinde kendime yaklaşırım.
Sonuç olarak yıllarca pozitif bilimle uğraştıktan sonra sanatla uğraşmak ruhuma, beynime o kadar iyi geldi ki içimden başka bir Nüket çıktı....Zaten renk demek benim için hayat demekti , şimdi renklerle ahenkle dans ediyorum, her renk ve tonlar , renklerin geçişini seyretmek büyük bir zevk...