Yıllarca pozitif bilim dünyasında
yaşadım. Sayılar, veriler, ölçümler ve kesin sonuçlar; hayatımın temel
taşlarıydı. Her problem bir çözüm gerektirir, her soru bir cevap beklerdi. Bu
disiplinli, mantık odaklı dünyada kendimi güvende hissediyordum. Ancak bir gün,
içimde bir şeylerin eksik olduğunu fark ettim. Beynimin ve ruhumun
derinliklerinde, henüz keşfetmediğim bir alan vardı; sanki bir kapı aralanmayı
bekliyordu. İşte o kapı, soyut sanatla tanıştığımda açıldı.
Soyut sanat, benim için bir tesadüf
değil, bir çağırıydı. İlk kez bir tuvalin karşısına geçtiğimde, ne yapacağımı
bilmiyordum. Pozitif bilimlerin net dünyasından geliyordum; her şeyin bir
kuralı, bir doğrusu vardı. Ama soyut sanatta kural yoktu. Renkler, şekiller,
dokular özgürce akıyordu. Fırçayı elime aldığımda, yıllardır bastırdığım bir
yanımın uyanmaya başladığını hissettim. Bu, sadece bir resim yapma süreci
değildi; kendi iç dünyamı keşfetme yolculuğuydu.
Soyut sanat, bana kendimde bile
bilmediğim bir yönüm olduğunu öğretti. Pozitif bilimler bana mantığı, düzeni ve
analitik düşünceyi vermişti; ama soyut sanat, duygularımı, sezgilerimi ve hayal
gücümü özgür bıraktı. Her bir fırça darbesi, ruhumun bir parçasıydı. Kimi zaman
öfkeli kırmızılar, kimi zaman sakin mavilerle kendimi ifade ettim. Tablolarımda
kaos ve düzen, neşe ve hüzün bir aradaydı; tıpkı hayat gibi.
Bu süreç, bana cesareti öğretti. Yıllarca
bir alanda uzmanlaşmışken, bilinmeyene adım atmak kolay değildi. Ama her bir
tablo, kendime olan inancımı güçlendirdi. Soyut sanat, beynime ve ruhuma iyi
geldi; çünkü o, benim içimdeki sınırları yıktı. Artık her rengin, her şeklin
bir hikayesi olduğunu biliyorum. Ve bu hikayeler, sadece benim değil,
tablolarıma bakan herkesin içinde bir yerlere dokunuyor.
Soyut sanatla tanışmak, kendimi yeniden
inşa etmekti. Yıllar boyunca pozitif bilimlerle şekillendirdiğim dünyam, şimdi
renklerin ve formların özgürlüğüyle zenginleşti. Ve bu yolculuk, bana şunu
öğretti: İnsan, her zaman yeniden başlayabilir; çünkü içimizde keşfedilmeyi
bekleyen sayısız yön var.